6 Aralık 2014 Cumartesi

                 RİZE TARİHİ VE COĞRAFİ YAPISI
 
 
 TARİHİ         
 İlin Adının Kaynağı
Rize’nin tarihi öncesi hakkında bilgilerimiz sınırlıdır. Yöreye hakim olan orman dokusu nedeniyle, Rize’nin tarih çağları ile ilgili bilgilere ışık tutacak arkeolojik bulgular da bu güne kadar ortaya çıkarılamamıştır. Rize’nin tarihi ancak komşu illerin ve bölgelerin tarihleri ile bağlantılı olarak ele alınabilmiştir.
Rize ilinin adı ile ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür; Yunanca pirinç anlamına gelen Rhisos, Rumca’da “RIZA” olarak dağ eteği anlamında kullanılmıştır. Osmanlıca’da ise “RİZE” ufak kırıntı, döküntü anlamındadır. Ayrıca Erzincan’ın Sakalar dönemindeki “Eriza” olan adının başındaki “e” sesinin düşmesi ile adaş olarak Rize için de kullanıldığı ifade edilmektedir.
 İlk Tarihi İzler
Rize ili ve çevresinin bilinen ilk hakim ahalisi, bitişken dilli ve Asya kökenli kavimlerdir. Bunlar Rize ve çevresinde tarım ve hayvancılıkla geçinen yerleşik topluluklarıdır. Bu topluluklardan “KULKU-KULKHA”ların adına, Erzurum yöresini kendi ülkesinin topraklarına katan URARTU kralı II. SARDUR (M.Ö. 765-735) ‘un Çıldır gölünün güneyinde Taşköprü köyünün üstündeki kayalıklara kazdırdığı çivi yazılı kitabede rastlanmıştır.
M.Ö. 2000′lerde Kafkas dağları ile Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kimmerler’in Ülkesi, M.Ö. 720 yıllarında Sakalar tarafından işgal edildi. Kimmerler’in Azak denizi ile Kafkaslar arasında yaşayan kolu, Sakalar’ın baskısı ile M.Ö. 714 yıllarında yurtlarını bırakarak Aras ve Çoruh nehri boylarınca yayıldılar. Kimmerler’in bu ilk göçleri, en eski destani Gürcistan tarihi olan “Kartlis-Çkhovrebe”da kartli (Gürcistan) ve komşularını esarete aldıkları ilk seferi diye anılmaktadır. Daha sonraları Kızılırmak ve Adana Bölgesine kadar hakim olan Kimmerler’den, Trabzon-Bayburt arasındaki Kemer dağı, Rize Çayeli İlçesi çıkışındaki Kemer köyü, Kızılırmak boyundaki Gemerek ile Kars’ın doğusunda yer alan Ümrü gibi coğrafya adları günümüze kadar gelmiştir.
Aşağı Tuna ve Karpatlara kadar Doğu Avrupa’ya hakim olan Sakalar M.Ö. 680 yılında kendilerine itaat etmeyen son Kimmerler’i de yenerek Azerbaycan ve Gürcistan’a yayıldılar. Saka Kralı MADOVA’nın M.Ö. 626′da Medler’ce hile ile öldürülmesi üzerine Heredot’un andığı “Asya’da 28 yıl süren Sakaların hakimiyetleri” sona erdi.
Saka göçleri sırasında, Aşağı Çoruh ve Rize-Batum arasına “Kalaç” adlı bir Türk boyu yerleşmiştir. Bu boyun yerleştiği bölgeye, M.S. 150 yıllarında yazılan PTOLEMEUS’un coğrafyasında Kalarzen, Gürcü kaynaklarda ise Klarc-et (=Klarç yurdu) denmektedir. Batom-Rize arasında güneyden Karadeniz’e esen sıcak rüzgarlar hala “Kalaş yeli” olarak anılmaktadır. Ayrıca Rize yöresindeki Türkmen/Oğuz topluluğu içinde yer alan Askur Boyunun Rize’nin doğusundaki Askoroz çayı diye bilinen çaya adını vermiş olması gerektir. Yine Sakaların Horosan kolunun gelen Arşaklar ve Balkarlar Bayburt çevresi Çoruh vadisi boyunca yerleşmişlerdir. Bu yüzden Bayburt ve İspir’in kuzeyindeki sıra dağlara günümüze kadar ve hece kaymasıyla “Balkal” ve buradan güneye doğru esen yağmur getiren rüzgara da “Balkal yeli” denile gelmektedir. Rize’de Hemşinlilerin en güzel yaylaları Baykal dağlarındadır.
 
Koloni Dönemi
M.Ö. 670 yılında Ege’de yaşayan Milletoslu denizciler Marmara ve Karadeniz kıyılarında Plinius’un tarihine göre 10 kadar empeion (Pazar yeri) adı verilen ticari nitelikle liman şehirleri kurmuşlardır. Bu arada Rize’nin de Kolonize edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Tarihi akış içerisinde M.Ö. 7 YY sonlarında Kimmer akınlarının Anadolu’yu kargaşaya sürüklemesinden faydalanan Medler’in yöreyi istila girişimleri, M.Ö. 550′de Med krallığını yıkan Pers kralı II. Kiros’un aynı şekilde ki istila hareketleri yöredeki savaşçı kavimlerin karşı koymaları nedeni ile Rize çevresinde başarılı olamamışlardır.
Büyük İskender’in Pers kralı III. Darius’u kesin bir yenilgiye uğratması ile eline geçirdiği Anadolu Hakimiyeti M.Ö. 323 senesine kadar sürmüştür. Büyük İskender’in ölümü ile İmparatorluğun devamı niteliğinde olan Pontos, Koppodkida, Bithynia gibi krallıklar kurulmuştur. Ancak Trabzon, Rize gibi bir takım serbest şehirler, bu krallıklara bağlı olmadan varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Pontos Ve Selçuklular Dönemi
İskenderin ölümünden sonra Komutanları ve Satraplar arasında çıkar egemenlik savaşlarında bağımsızlığını ilan eden Mitridates Kitistes Karadeniz kıyısında Sinop dolaylarına doğru genişleyen Pontos krallığını kurdu. Pontos kralı Farnakes M.Ö. 180′de Rize’yi İşgal ederek krallığı topraklarına kattı.
M.Ö. 5. Yüzyılda Karadeniz’in kuzeyini gezen Herodot sakaların “Alazon” (+Alazlar) boyundan söz eder. M.S. 23-79 yılları arasında yaşayan Romalı PİLİNUS aynı yörede “Laz’lar” (Laz’oi) adlı bir kavim yaşadığını bildirir. 131 yılında Karadeniz kıyılarını gemi ile dolaşan Romalı ARRİANOS, Karadeniz’in doğusunda hakim olan Lazlardan bahseder.
Rize, M.S. 10-395 yılları arasında Roma, 395 yılından itibaren de Bizans hakimiyeti altında yer almıştır.
Sakaların Kars, Iğdır kesimine yakın Gökçegöl ile Alagez dağı arasında yaşayan bir boyu olan Amadunuler 626 yılında İranlıların baskısından kurtulmak için Boy Beyleri Hamam’ın öncülüğünde Çoruh ırmağını aşıp Rize’nin Dampur adlı ıssız yerini şenlendirerek ve bu yöreye HAMAM-A ŞEN (Hamamın şenliği) adını vererek yerleşip yurt tuttular. Bu yöreye bu gün Hemşin denmektedir. 646 yılında yöre Araplar tarafından vergiye bağlanmış olup 737 yılında da kısa bir süre Araplar’ın eline geçmiştir.
XI. Yüzyıldan itibaren Rize’ye Türkmenlerin akınları yoğunlaşır. 1071 Malazgirt zaferi ile birlikte Bizans’tan feth edilen bölgelerde Türk emirlikleri kurulurken, Erzurum-Saltukluları da Çoruh nehri boyları ile birlikte Rize bölgesini hudutları içine aldılar. Alpaslanoğlu Sultan Melikşahın emirlerinden Ebu Yakup ile Emir İsa Böri adındaki Komutanlar 24 Haziran 1080 Posof-Kol zaferi ile Apkaz-Gürcistan krallığını yenerek Giresun’un batısına kadar olan Doğu Karadeniz bölgesinde Bizans’ın Hakimiyetine son verdiler. Böylelikle Büyük Selçukluların yükselme devrinde tüm Anadolu ile birlikte Rize de Selçukluların hakimiyetine girmiştir.
Bu gelişmelerden sonra 100 bin nüfuslu Çepni’ler ile Kürtünler Doğu Karadeniz kıyılarına ve Rize’nin İkizdere kesimine yerleştirildiler. 1098 yılında Danışmenlilerin yöreye kısa bir dönem hakimiyetleri söz konusudur. Ancak Haçlı seferleri yüzünden canlanan Bizanslar, 1098′de Trabzon ve Rize kesimini Emirüssevahil Sülübey’den aldılar. Çoruh vadisinde yerleşmiş olan Kıpçak boyundan Kubasar ailesi ve taraftarları 1195 tarihinde doğudan yeni-Kıpçakların gelişinden rahatsız olarak Bizans idaresindeki Rize ve Trabzon bölgesine gelip yerleşmişlerdir. İkizdere ve Sürmene’deki 60 aileden çok Kumbasar oymağı, bunların torunlarıdır. IV. Haçlı seferinde Frenklerin İstanbul’u işgali üzerine baskıdan kaçan KOMMENLER soyu, 1204 yılında Rize’yi de içine alan TRABZON PONTOS RUM imparatorluğunu kurmuşlardır.
Osmanlılar Dönemi
Trabzon Rumları, 1456 yılından itibaren Osmanlı devletine vergi vermeye başlamış, 1461 yılında Trabzon’u feth eden Fatih Sultan Mehmet 1470 yılında Ali Paşa ismindeki Komutan tarafından Rize ve çevresi Türk egemenliği altına alınmıştır. Böylece Anadolu Türk birliğine katılan Rize bölgesine, 1461 yılı ve sonrasında Çoruh, Amasya, Samsun ve Tokat’tan; 1466 yılında yıkılan Karamanoğlu Beyliği bir daha canlanmasın diye Konya yöresinden; 1501 yılında Şil Şah İsmail’in yıktığı Sünni Akkoyunlulardan Tebriz ve öteki bölgelerden kaçanlardan; 1515 yılında Dulkadırli beyliği kaldırılınca Mara-Elbistan Türkmenleri Trabzon ve Rize yöresine yerleştirildiler. Yavuz Selim devrinde Trabzon’un doğusundaki dirliklerden bazıları ünlü Oğuz boyu Çepniler’in elinde idi. Fakat Çepnilerin Trabzon’un doğusundaki yerlere ve bilhassa Rize bölgesinde yerleşmeleri sonraki yüzyıllarda olmuştur. Gerçekten Çepniler karada ve denizde yiğitçe mücadele vererek oralarda kalabalık topluluklar halinde yurt tutmuşlardır. Bilhassa Rize şehri ve bölgesinde Çepniler yoğun bir şekilde yerleşmişlerdir. Şimdi Rize şehri ve bölgesinde sadece Türkçe konuşulmasının sebebi bu yoğun Çepni yerleşmesidir. Zamanımızda Rize bölgesindeki köylerde Çepni adlı ailelere rastlandığı gibi, Çepni bu yörede “yiğit” , “gözü pek”, “cesur ve çetin”, adam manasına geliyor.
Yavuz Sultan Selim’in sancak beyliği sırasında Annesi Gülbahar Hatun Sultan Rize’ye gelerek kendi adı ile anılan camii yaptırmıştır.
19. Yüzyılın başlarından itibaren Rize’de Tuzcuoğullarının isyanı değişik tarihlerde birkaç kez tekrarlanmıştır. 1834 yılında bu isyanlara son verilerek Tuzcuoğulları Rumeli de iskan edilmişlerdir.
Rize, 1867 Vilayet Nizamnamesine göre Trabzon Vilayetinin merkez sancağının 6 kazasından biri durumundadır. 1877 yılında merkez sancağa bağlı nahiye olmuştur. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının ardından Lazistan sancağı kurulunca Rize hem kaza, hem de bu sancağın merkezi oldu. Birinci Cihan savaşında 9 Mart 1916 tarihinde Rize, Rusların işgaline uğramış, 2 Mart 1918 de bağımsızlığına kavuşmuştur.
Cumhuriyet Dönemi
Cumhuriyet dönemine kadar sancak merkezi olan Rize, 20 Nisan 1924 tarihinde Vilayet olmuştur. 2 Ocak 1936 tarihinde yürürlüğe giren 2885 sayılı Kanunla Erzurum’dan Yusufeli ilçesi, Rize’de Pazar ilçesinden sonraki arazi parseli, ilçe ve bucaklar alınmak sureti ile bugünkü Artvin ili Çoruh adı ile vilayet haline getirilmiş ve Rize ili de tek ilçesi olan Pazarla kalmıştır. Bugün ise Pazar ilçesi ile birlikte 12 ilçesi bulunmaktadır.
Atatürk’ün Rize’yi ziyareti “Atatürk’ün Sonbahar Seyahatleri” adlı kitapta şöyle anlatılmaktadır:
Atatürk 17 Eylül 1924′te saat 17 sıralarında Hamidiye Kravüzörü ile Rize’ye gelmiştir. Vali, kumandanlar ve halk motorlar ve kayıklarla karşılamaya çıktılar, büyük ve coşkun halk tabakaları karşılama için her türlü hazırlıkları yapmışlardı. Silah sesleri ve coşkun alkışlarla büyük misafir selamlandı. Çeşitli heyetler, karaya ayak basmış bulunan Reisi Cumhuru büyük bir coşkunlukla karşılamışlardır.Her tarafı bayraklarla donatılmış olan Rize, bir bayram yeri haline döndü, Reisicumhur hazretleri hükümet konağına ve bunu takiben belediyeye, halk fıkrası ve kumandanlığa teşrif etti. Görüşmek için gelen heyetler de kurbanlar keserek kendilerine büyük sevgi gösterilerinde bulunmuşlardır. Geceleyin fener alayları düzenlenerek bu sevinç devam ettirilmiştir. Reisicumhur, ayrıca bir hoca heyetini de kabul etmiştir. 17 Eylül 1924 tarihinde Atatürk’ün Rize’ye teşrif ettiklerinde misafir kaldığı ev bugün Atatürk Müzesi olarak halkın ziyaretine açıktır.
COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
Coğrafi Konum
Rize’de kuzeydoğu Anadolu’da; Doğu Karadeniz kıyı şeridinin doğusunda, 40o-22′ ve 41o-28′ doğu meridyenleri ile 40o-20′ ve 41o-20′ kuzey paralelleri arasında yer alır. Batıdan Trabzon’un Of, güneyden Erzurum’un İspir, Doğudan Artvin’in Yusufeli ve Arhavi ilçeleri ve kuzeyden Karadeniz ile çevrili olan Rize’nin göller hariç yüzölçümü 3920 km2 dir.
 
Yeryüzü Şekilleri
Doğu Karadeniz Kıyı sıradağları yayının kuzey yamacında yer alan Rize toprakları genel ifade ile dağlık ve engebelidir. Ancak bu genel topografik durum dikey yönde bazı farklılıklar arz etmektedir. Bu nedenle Rize’nin topografyasını üç bölümde incelemekte fayda vardır.
Kıyı Şeridi ve Alüvyon düzlükleri
Çok dar olan bu sahanın Rize topoğrafyası içinde ayrı bir yeri vardır. Kabaca80 kmuzunluğundaki kıyı şeridinin genişliği akarsu vadileri dışında ortalama 20-150 m. arasında değişmektedir. Çok sayıda akarsu tarafından kesilen bu şeridin en geniş düzlüklerini taban seviyesi ovaları oluşturur. Tümüyle akarsuların getirdiği alüvyonlardan oluşan bu düzlükler, akarsuların denize kavuştuğu noktadan itibaren içeriye doğru 500-600 metreye kadar taban seviyesi ovası şeklinde, 9-10 km’ye kadar da taraça düzlükleri şeklinde uzanırlar. Bu düzlüklerin kıyı boyunca olan genişlikleri ise yaklaşık olarak200 mile1000 marasında değişmekte olup hemen tamamı yerleşmeye sahne olmuştur. Bunlardan en geniş olanı Ardeşen ilçe merkezinin yerleşim alanını oluşturan Fırtına Deresi’nin taban seviyesi ovasıdır.
Yüksek kıyılar kategorisine giren Rize kıyıları genellikle sade bir görünüş arz eder. Kıyı çizgisi küçük boyutlu ve asimetrik girinti ve çıkıntılardan oluşur. Bütün burunların önüne kıyıdan 5-25 m, hatta bazen150 m. uzaklıkta ve boyutları 5-10-15 marasında değişen taş adacıkları mevcuttur. Diğer taraftan karayolunun inşası sırasında geniş ölçüde tahrip edilmiş olmasına rağmen yer yer taraça ve falezlere de rastlanmaktadır.
Derin Vadilerle Yarılmış Dağlık Saha
Topografya kıyı düzlüğünün hemen gerisinde arızalanmakta ve yükselti birdenbire 150-200 m’yi bulmaktadır. Buradan itibaren arazi, giderek daralan akarsu vadileri tarafından derin bir şekilde yarılmıştır. Gerek ana akarsular ve gerekse bu akarsuların orta çığırları boyunca aldıkları sayısız kollar araziyi şiddetle aşındırmış ve çok arızalı bir görünüş kazandırmıştır. Keskin ve birbirine yakın sırtlar, dik yamaçlı “V” profilli vadiler yaklaşık2000 myüksekliğine kadar olan bu sahanın karakteristik topoğrafik görünüşünü oluştururlar.
Yüksek Dağlık Saha ve Buzul Topoğrafyası
Kabaca2000 myükseklikten başlayan bu sahanın 3000-3200 myüksekliğe kadar olan kısımlarında topoğrafya basık sırtlar, dik yamaçlı “U” profilli vadilerden oluşur. Dördüncü jeolojik zamanın buzul devrelerinde geniş ölçüde buzul aşındırmasına sahne olan bu sahada çok sayıda küçük boyutlu buzyalağı ve moren set gölleri mevcuttur.
Bu sahanın, yüksekliği3000 m’yi aşan kısımları ise Rize’nin en sarp ve en arızalı kesiminin oluşturmaktadır. Geniş ölçüde çıplak ve tamamen kayalık zirveler ile bunların arasındaki keskin sırtların yamaçları insanın gezmesini engelleyecek kadar diktir. Rize’nin en yüksek noktalarını bu sırtlar  arasındaki zirveler oluşturur. Üzerinde hâlâ buzul bulunan ve Rize topraklarının en yüksek noktası olan Kaçkar Tepesi (3937m) ile Verçenik (üç doruk) Tepesi (3709m), Koyunsokağı Vacakar dağı (3458m), Çaymakçur Tepesi (3420m), Gudashevsivrisi Tepesi (3406m), Koyunsokağı tepesi (3342m), Marsis Tepesi (3334m) ve Aşağı Karataş Tepesi (3322m) bu zirvelerden bazılarıdır. Bu arızalı topoğrafya Fındıklı ilçe merkezinin güneyinden itibaren sarplığını ve yüksekliğini kaybetmeye başlar. 

Jeolojik Yapı

Doğu Karadeniz Dağlık Sistemine dahil olan Rize arazisi esas itibariyle paleozoik (I.zaman) bir temel üzerinde ve Kretase’de (III. Zaman ara devresi) başlayan büyük orojenezle (Dağ oluşumu) yüzeye çıkmış Granodiorit ve Kretase flişlerinden ibaret olmakla birlikte yer yer Neojen depolarına da rastlanır.
Bütün kıyı kesimi yüzeyde üst Kretase serisi volkanik örtü ve tüflerin fazlalığı ile dikkati çeker. Örneğin Çayeli-Pazar arasındaki tünellerin deniz tarafını oluşturan falezler, andezitlerle ophiolitlerin teşkil ettiği kaba greler ve bunlarla karışık olarak bulunan ince konglomera ve aglomera banklarından oluşmuştur.
Kıyıya yakın yamaçlarda ise Kretase sedimanları yaygın olmakla beraber, bu sedimanların üzeri yer yer Eosen fliş serileri tarafından örtülmüştür. Vadi boylarında bu örtülerin altında yer yer aflore olmuş trakit, andezit ve bazalt sütunlarına rastlanır.
Yüksek dağlık sahada ise daha çok mağmatik elemanlar hakim durumdadır. Aflore olan granit, andezit ve bazalt kütleleri yüksekliği3000 m’yi aşan hemen her yerde hakim durumdadır.Yörede alüvyonlara büyük akarsu vadilerinin denizden itibaren en çok10 km’ye kadar olan kesimlerinde rastlanır.
 İklim
Rize’de yazları serin, kışları ılıman ve her mevsimi yağışlı bir iklim görülür. Elli yıl boyunca yapılan rasat sonuçlarına göre Rize’nin yıllık sıcaklık ortalaması 14 oC’yi biraz geçer. Bu süre içinde kaydedilen en düşük sıcaklık -7 oC olup 23 Mart 1962′de, en yüksek sıcaklık ise 38.2 oC olup 21 Mayıs 1980′de kaydedilmiştir. En soğuk ay olan Ocak ayının sıcaklık ortalaması 6.7 oC; en sıcak ay olan Temmuz ayının sıcaklık ortalaması ise 22.2 oC’dir. Ocak minimumunun -5.6 oC, Temmuz Maximumunun 32.5 oC olduğu Rize’de yıllık sıcaklık amplitüdü (salınımı) 25,8 oC’dir. Bu haliyle Rize, denizsel iklimlerin karakteristik özelliğini taşır.
Rize’de aylık ortalama sıcaklık eğrisi bütün yıl 5 oC’nin üzerinde seyretmekte olup, sadece 4 ayın sıcaklık ortalaması 10 oC’nin altındadır. Diğer bütün ayların sıcaklık ortalaması 10 oC’nin üzerindedir. Sıcaklık ortalaması 20 oC’yi geçen ay sayısı ise 2′dir. Bütün bunlardan Rize’nin oldukça istikrarlı bir sıcaklık rejimine sahip olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür.
Türkiye’nin en çok yağış alan ili olan Rize’de yıllık toplam yağış miktarı2300 mm’nin üzerinde olup, yağışlar her mevsime dengeli olarak dağılmıştır. Bu nedenle Rize’de kurak mevsim yoktur. En az yağış alan ilkbaharın toplam yağış miktarı kuraklık sınırının çok üzerindedir (367.9 mm).
Rize’de kurak ay da yoktur. Sıcaklık ve yağış eğrilerinin seyri izlenirse yağış eğrisinin hiçbir ayda sıcaklık eğrisinin altına düşmediği görülür. Bu iki eğrinin birbirine en çok yaklaştığı Mayıs ayı bile iç bölgelerimizin yaz mevsimi toplamından fazla yağış almaktadır. (94.3 mm)
Rize’de kar yağışları olağandır. Toplam yağışın bir kısmının kar şeklinde düşmekte, akarsu rejim grafiği Yağış eğrisi son bahar ve kış aylarında yükselirken akarsu rejim eğrisi bu aylarda maximumun oldukça altında seyretmekte ve maximuma ilkbahardan itibaren uzanmaktadır. Oysa ilkbahar Rize’de en az yağış alan mevsimdir. Bu durumda kışın düşen yağışların kar şeklinde olduğu ve ilkbaharla birlikte bu kar örtüsünün erimesiyle akarsuların kabardığı anlaşılmaktadır.
Mevsimlere göre değişmekle birlikte Rize’de nem oranı her zaman % 75′in üzerindedir. Yılın 150 günü kapalı, 163 günü bulutlu geçmektedir. Açık gün sayısının az olması Rize’de güneş enerjisinden yararlanma imkanını en aza indirmiştir. Karın ortalama 14 gün yerde kaldığı Rize’de donlu gün ortalama sayısı 10′dur. Donlu gün sayısının az olması ve minimum sıcaklık ortalamasının -7 oC’yi geçmemesi Rize’de narenciye üretimine imkan vermiştir.
Rize’de hakim rüzgar yönü Güneybatıdır. Ancak 2-3 yılda bir Kasım’dan Nisan’a kadar kısa aralıklarla esen föhn rüzgarlarına da değinmek gerekir. Doğu Anadolu Antisiklonun Sibirya Antisiklonuyla birleşerek güçlendiği yıllarda Doğu Anadolu’da Doğu Karadeniz üzerindeki siklon merkezine doğru yönelen hava,3000 m’yi geçen Rize dağlarını aştıktan sonra kıyıya doğru inerken ısınır ve kıyıya ulaştığında bu bölgede sıcaklıkların yükselmesine yol açar. Böylece Rize’de kış sıcaklık değerlerinin aşırı düşüş göstermesini önler.
Bitki Örtüsü
Bol yağış alan ve dengeli bir sıcaklık rejimine sahip olan Rize sık ve gür bir tabii bitki örtüsüne sahiptir.
Kıyıdan yaklaşık750 myüksekliğe kadar olan saha geniş yapraklı kıyı ormanları ile kaplıdır. Bu sahada yer yer iğne yapraklıların da bazı sırtlar boyunca aşağılara sarktığı görülür. Gür ve sık bir orman formasyonu ile aynı zamanda da zengin bir orman altı formasyonundan oluşan bu yükseklik basamağı “Kelşik Flora” adıyla da tanınmaktadır. Bu basamağın hakim türü sakallı kızılağaç (Alnus Barbata) olup diğer türler kayın, kestane, ıhlamur türleri, gürgen, karaağaç türleri, yabani Trabzon hurması, yabani karayemiş, yabani kiraz, defne, çınar, tesbih ağacı, meşe, dişbudak ve şimşir’dir. Bunlardan sakallı kızılağaç ve yabani karayemiş akarsu vadileri boyunca orman üst sınırına kadar çıkar. Bu basamağın orman altı bitki örtüsü de çok zengindir. Hakim tür; yörede “Kumar” adıyla bilinen ve yakacak odun olarak istihsal edilen orman gülü (Rhododendron) olup, sayılamayacak kadar çok otsu ve odunsu bitki türü, orman gülü ile birlikte orman altı bitki örtüsünü oluşturur.
Bu yükseklik basamağı aynı zamanda kültür bitkilerinin de yayılış alanıdır. Ancak konunun kapsamı dışına çıkmamak için burada bunlara yer verilmeyecektir.
Yaklaşık olarak 800-1400 myükseklikler arasındaki kuşak karışık orman kuşağıdır. Bu katın yaygın türlerinin geniş yapraklılarından sakallı kızılağaç, kayın, kestane, gürgen ile iğne yapraklılarından ladin ve çam türleri teşkil eder. Orman altı bitki örtüsünü gene orman gülü ile diğer otsu ve odunsu bitkiler oluşturur.
Yüksekliğin daha da artmasıyla yavaş yavaş iğne yapraklı türler hakim duruma geçer. Hele1600 m’den sonra iğne yapraklılarının hakimiyeti kesindir. Hakim tür doğu ladini (Picea Orientallis) olup, orman üst sınırına yaklaştıkça Kafkas köknarı da yaygın bir şekilde görülür. karaçam da bu kuşağın yaygın türlerindendir. Orman altı bitki örtüsü bu kuşakta da değişmez. Ayrıca, Rize ili genelinde Likapa olarak adlandırılan çok farklı Maviyemiş veya Yaban Mersini türleri de yaygın şekilde bulunmaktadır.
Rize’de ormanlar yaklaşık olarak 2000-2200 myüksekliklerde sona erer ve yerini alp çayırlarına bırakır. Turuncu ve beyaz renkli küçük dağ zambakları ile papatyalar gibi çeşitli türlerin yer aldığı bu sahada, çayırların yanında lekeler halinde yer yer kısa boylu, orman gülü çalılıkları da yer almaktadır. Yaylacılık faaliyetlerine sahne olan bu sahada yakacak ihtiyacını karşılamak amacıyla tahrip edilen orman gülü çalılıkları gün geçtikçe azalmaktadır.
Akarsu ve Göller
Rize, yağışlı iklimi ve çok sayıdaki yeraltı su kaynakları sayesinde çok zengin bir hidroğrafik yapıya sahip olmuştur. Rize sınırları içinde doğu-batı yönünde ortalama her 250-300 m’de büyük veya küçük akan bir suya mutlaka rastlanır. Nitekim Rize arazisinin reliefi de bunu göstermektedir. Bundan hareketle Rize’nin, Türkiye’de akarsu yoğunluğu en fazla olan il olduğunu söylemek mümkündür. Ancak bunu kesin olarak söyleyebilmek için Türkiye’nin bütün illerinde akarsu yoğunluğu ölçümlerinin yapılmış olması gerekir.
Rize’nin akarsuları kısa boylu, yatay eğilimli fazla olan hızlı akışlı akarsulardır. Rize sınırları içinde uzunluğu5 km’den fazla olan 23 akarsu vardır. Ancak bunlardan 16 tanesi doğrudan doğruya Karadeniz’e ulaşmakta olup geri kalanı ise bu 16 akarsudan birinin kolu durumundadır. Doğrudan doğruya Karadeniz’e ulaşan akarsuların en uzun olanları Çağlayan deresi (34.7km), Arılı Deresi (31.5 km), Fırtına Deresi (68.0 km), Hemşin Deresi (38,5 km), Sabuncular Deresi (46.0 km), Taşlı Dere (34.0 km), İyi Dere (78.4 km)’dir. Diğerlerinin boyları kısadır. Öyleki kol durumundaki bir çok akarsu bile bunların en uzunu olan Venek Deresinden (20.3 km) daha uzundur. Örneğin Fırtına Deresinin kolları olan Durak Deresi33.0 km, Hala Deresi32.5 kmve Taşlı Dere’nin kolu olan Balamya Çayı22.6 km. uzunluğundadır.
Rize’nin büyük akarsuları olarak belirttiğimiz 7 akarsudan en uzun olanı İyi dere (78.4 km) ama beslenme sahası en geniş olanı Fırtına Deresi’dir (1149.3 km). Havza genişliği yönünden ikinci sırayı İyi Dere (1047.4 km), uzunluk yönünden ikinci sırayı ise Fırtına Deresi (68km) alır. Akarsular hidroğrafik ve rimlilik açısından değerlendirilirken ölçü olarak havza genişliği alındığı için Rize akarsularının karakterinin incelenmesinde Fırtına Deresi’ni örnek olarak almakta fayda vardır. Diğer taraftan Rize’nin bütün akarsuları il sınırları içinde olduğu, yani akarsu karakterini etkileyen etmenler hepsinde aynı olduğu için ikinci bir akarsuda daha karakter incelemesi yapmaya gerek olmadığı kanısındayız.
Rize’de akarsuların karakteri yağmur, kar, gür kaynaklar tarafından belirlenir. “Yağmurlu Karadeniz Rejimi” statüsünde incelenen bu akarsulardan, biri Eylül’den Kasım ortalarına kadar, diğeri Mart’tan Ağustos’a kadar iki kabarık ve Kasım ortalarından Mart’a kadar bir çekik devre vardır. Örnek olarak alınan Fırtına Deresi’nin 25 yıllık rasat sonuçlarına göre Rize akarsuları Kasım’dan Mart’a kadar çekik devreyi yaşamaktadır. Bu devrede akarsular sadece göl ve kaynak sularıyla beslenmektedirler. Çünkü bu devrede yöre yağışı kar şeklinde olduğu için akarsuyun yağmur sularından beslenme şansı yok gibidir. Nitekim en çekik seviyenin Ocak ayına tekabül etmesi de bunu kanıtlar (Fırtına deresi Ocak ortalama debisi 11.3 m3/sn).
Mart’tan itibaren önce kar erimeleriyle kabarmaya başlayan akarsular ilk bahar yağmurlarıyla da beslenince birdenbire kabarmaya başlar ve kar erimelerinin en şiddetli olduğu Haziran ayında en kabarık seviyeye ulaşır. (Fırtına deresi Haziran ortalama debisi 65.2m3/sn).
Haziran’dan itibaren kar suyu desteğinin azalmasına paralel olarak akarsular da çekilmeye başlar. Ancak gene de Haziran-Ağustos arasındaki seviyeleri diğer aylardan daha yüksektir. Bu seviye kaybı Eylül’de son bulur ve son bahar yağmurlarının etkisiyle Eylül ortalarından Kasım’a kadar ikinci kabarık devre yaşanır.
Rize akarsularının debileri (1 saniyede akıtılan su miktarı) oldukça fazladır. Örneğin Fırtına Deresi’nin ortalama debisi (28.4m3/sn), üzerinde Demirköprü barajının bulunduğu Gediz Nehri’nden (26m3/sn); minimum debisi ise (4.6 m3/sn), Kızılırmak (1.7 m3sn) ve Gediz Nehrinden (0.07 m3/sn) fazla, Dicle Nehri’nin (9.4 m3/sn) yarısıdır.
Türkiye’nin diğer akarsularıyla kıyaslandığında oldukça düzenli rejimli oldukları görülen Rize akarsularının asıl dikkat çeken özellikleri elektrik enerji potansiyelleri ve sediment miktarlarıdır. Türkiye’nin diğer akarsularına göre oldukça az sediment taşıyan Rize akarsuları yıllık elektrik enerji potansiyeli bakımından da elverişli şartlar arz ederler. Rize akarsularının Doğu Karadeniz Havzası içinde yer aldıkları ve Doğu Karadeniz Havzası’nın da yıllık elektrik enerji potansiyeli bakımından Fırat ve Dicle Havzalarından sonra yaklaşık 12 milyar Kwh. İle üçüncü sırayı aldığı dikkate alınırsa, Rize akarsularının Türkiye elektrik enerji potansiyeli içindeki yeri daha iyi anlaşılır.
Rize Dağları’nın 2400 m’yi aşan bölümlerinde buzul aşandırması ve biriktirmesi sonucu oluşmuş olan 19 adet küçük alanlı göl tespit edilmiştir. Bu göllerin en büyükleri 0.07 km2 yüzölçümündeki Ambar Gölü (2950m) ile Büyük Deniz Gölü’dür (2900m.) 2400-3000 m yükseklikler arasında yer alan bu göllerin en küçüğü ise0.01 km yüzölçümündeki Öküzyatağı Gölü’dür. (2775 m).
                                                 VİDEOLAR

 
 
 
 
 
 
 

                         
Ayder Yaylası
Ulaşım
Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinin 19 km. güney-doğusundadır. Yaylaya yaz kış dolmuşlarla gidilebilir.
Özellikler
350 m. yükseklikteki Ayder yaylası Karadeniz yaylalarının en bilinenidir. Her türlü alt yapı hizmeti tamamlanmış olan yayla kasaba görünümündedir. Zengin flora ve faunasının yanı sıra kaplıcası ile ünlenmiştir.50 C derce sıcaklıkta kaplıca suyu; romatizma, kadın hastalıkları ve mide rahatsızlıklarına şifa olmaktadır. Kaçkar dağlarına tırmanış güzergahında bulunan yayla çevresinde, çengel boynuzlu dağ keçisi, vaşak, ayı, kurt gibi yaban hayvanları yaşadığı ortamda izlenebilir. Her yıl Ayder şenlikleri düzenlenmektedir.
Konaklama-yeme-içme
Konaklama için pek çok otel ve pansiyon ve Lokanta bulunmaktadır. Yıl boyunca her türlü ihtiyaç, yayladan karşılanabilir.
Amlakit Yaylası
 
              
Rakım 2100 m
Ulaşım Çamlıhemşinden Pokut üzeri yaya gidilirse 40-45 km. Eğer, Elevit üzeri,  Trovit yaylası  aşılarak Palovit yaylasına inilince dere içi aşağı doğru hareket edilirse 80-85 km de  varabilirsiniz. Hareket noktası pazar ilçesi. Araba ve yaya olarak ulaşılabilir. Yaya, Pokut üzeri tercih edilmelidir.
Özellikler 1 Bakkal, 1 Kahvehane, 1 Pansiyon mevcut.
 

 
 
 
 
 





 

 

                               YÖRESEL KIYAFETLER



                         RİZE KÜLTÜRÜ

ATMACA KÜLTÜRÜ VE ATMACACILIK

Rize’nin kültürel dokusu içerisinde “Atmaca Avcılığının ve Eğitiminin” önemli bir yeri vardır. Geleneksel bir unsur olan “Atmacacılık”, başta Ardeşen ilçesi olmak üzere Çayeli, Pazar ve Fındıklı ilçelerini de kapsayan sahil kesiminde yaygın olarak görülmektedir.
Atmacacılık, atmacanın yakalanmasından, eğitilmesine ve atmacayla avcılık yapılmasına kadar uzanan zahmetli bir süreci ifade eder. Bu süreçte ilkin bir böcek (çekirge, danaburnu v.b.) tutulur. Bu böcekle bir kuş (serçe, güvercin v.b.) yakalanır ve bu kuş vasıtasıyla da atmaca tuzağa çekilerek yakalanır. Yakalanan atmaca eğitilir ve sonra da atmacayla ava çıkılır. Başından sonuna kadar büyük bir uğraş, ustalık ve sabır gerektiren atmacacılık, bölge kültürü içerisinde kendine has bir yer edinmiştir.
Atmaca kültürü; renk, şekil ve hareketlerine göre atmacalara verilen isimlerden, bu uğraş için kullanılan malzemelere, böceklere, kuşlara ve atmaca tutkusunun yarattığı türkülere, atasözlerine, anlatmalara kadar uzanan zengin bir birikimdir.
Bölge insanının atmacaya olan bağımlılığı öyle bir seviyededir ki, atmacaları öldüğünde günlerce ağlayanlardan sıkça söz edilir. İnsanı böylesine etkileyen bu sevginin nedeni ancak tutkuyla ve geleneksel duyguyla ifade edilebilir. Çünkü atmacacılık yapanlar ne yakaladıkları atmacanın, ne avladıkları bıldırcının ve ne de harcadıkları eforun maddi olarak karşılığını alamazlar. Tek ödülleri aldıkları manevi doyumdur. Doğadaki hayvan ilişkilerini ve içgüdülerini kullanabilmeyi / yönlendirebilmeyi öğrenmiş olan yöre insanı, ne zaman başladığı bilinmeyen bu ata sporunu yapmaktan büyük bir keyif duyar.
Yörenin kültürel sembollerinden biri olan atmaca, Ardeşen Kaymakamlığı ve Ardeşen Belediyesi tarafından düzenlenen “Ardeşen Atmaca Şenlikleri”ne de esin kaynağı olmuştur. Ayrıca son yıllarda gerek ulusal, gerekse uluslar arası basın yayın organlarının ve konu ile ilgilenen kişilerin de bölgeye gelerek araştırmalarda bulundukları gözlemlenmektedir.

EL SANATLARI

Bakırcılık

Rize’de günümüzde daha çok turistik amaçlı yapılan bakır dövmeciliği hem şekil bakımından hem de dövme sanatı bakımından komşu illerin bakır dövmeciliğinden farklıdır. Rize bakır dövmeciliği daha fazla işçilik isteyen ince çekiç dövmeciliğine dayanır. Başka yerlerdeki gibi iri ve seyrek darbeli değildir. Rize bakır işlemeciliğinde yayvan güğüm, kazan ve ibrik gibi eşyaların alt bağlantı yerleri geçme-dövme şeklinde daha dayanıklı olarak yapılır. Böyle yapılmayan kazan, güğüm ve ibrik gibi eşyaların alt bağlantı yerleri ters doğru şeklinde dövme yapılarak tamamlanır.

Ağaç İşçiliği

İklimi ve yapısı gereği çok ve değişik ağaç türlerinin yetiştiği ilimizde el sanatları konu edilince elbette ki ağaç işleri ilk akla gelen, en bol ürün veren alandır. Burada ağacın pek çok çeşitleri vardır. Bazıları çok kalındır, yekpare oyularak, oya gibi işlenerek kap kacak ve eşya yapılır. Bazıları yumuşaktır, kolay işlenir, bazılarının sertliğinden ve ağır olmasından yararlanılır. Kızılağaç, kestane, ceviz, köknar, gürgen, dişbudak, ıhlamur, fındık, komar, armut, kiraz başlıca ağaç çeşitleridir.
Bu kadar çeşitli malzemeyi kullanarak, değişik eşyalar yapan ustanın da çok maharetli ve yetişkin olması gerekir. Ağaç işleri ustası, sadece bu bölümde geçen işleri değil bunun yanı sıra evleri ve camileri de yapmakta; oymacılık ve ağaç süsleme sanatlarında da ustalığını ortaya koymaktadır.

Kadı

Kullanış amacına göre büyük olur, küçük olur, yuvarlak veya yavan olur. Genellikle kestane, köknar ve ıhlamur ağacından yapılır. Kullanıldığı işe göre isimlendirilir. Turşu kadısı, yağ kadısı, minci kadısı, tuz kadısı vs.

Gerdel

Ardeşen’de "Gergen" de denir. Büyükbaş hayvanların yem kabı olarak kullanılan gerdel, ortalama 40 cm çapında ve 35 cm yüksekliğindedir. Kadıdan farklı olarak ağızdan geniş, tabandan dardır. Hem kadının hem de gerdelin kovan gibi oyularak yapılan şekilleri de vardır. Oyma kadı ve gerdeller için ıhlamur kütükleri kullanılır.

Kayık

Doğu Karadeniz Bölgesi’nde çokça rastlanan bu küçük balıkçı teknesi, yöremizde amatör balıkçılık yapmakta kullanılmaktadır. Sağlam olması için yapımında kestane ağacı kullanılır. Önce ince kasnak denilen iskeleti yapılır. Daha sonra da iskeleti dıştan örten tahtalar çakılır. Kayığın alt kısmındaki ağaca "kayak" denir. Üst yakalarda kürek ipinin takılacağı karşılıklı takaçlar yerleştirilir. Arka kısma takılan seyyar manivelalı tahta(dümen), kayığın hareket halindeki yönünü ayarlamaya yarar, orta bölümde bırakılan boşluk, depo olarak kullanılır. Üst döşemeler, av malzemelerinin korunması ve oturmak içindir. Dört metreden on metreye kadar değişik uzunluklarda yapılan ve bugün de çokça kullanılan bir deniz aracıdır. Karadenizlinin sosyal ve ekonomik hayatında önemli bir yer tutar.

Konsol ve Sandık

Konsol genellikle ceviz doğramadan yapılmaktadır. Yaklaşık bir metre yükseklikte bir sandık görünümündedir. En üstte iki veya üç sürme bulunur. Bu sürmeleri genişlemesine iki veya üç sürme daha takip eder.

Koppa (Kepçe) ve Kuzi (Kaşık)

Günümüzde de kullanılan odun kepçe (Koppa), kaşıktan biraz daha büyük ve sapı daha uzundur. Sulu yemeklerin karıştırılmasında, dağıtılmasında kullanılır. En makbulü şimşir ağacından yapılandır. Komar odunu, karaağaç ve gürgen ağacından da yapılmaktadır. Küçüklerine kaşık denir. Oyma ve süsleme sanatlarının en güzel örneklerini bazı kaşık ve kepçelerde görmek mümkündür.
Yukarıda verilen örnekler dışında ilimizde ağaç işleri olarak Ozaşe (Ezmelik), Tepuri (Sofra Sağra, Ekmek Teknesi), Kuli (İskemle), Mangana (Dibektaşı Tokmağı), Delme Kovan (Gunni), Yayık, Kulek, Kot ve Ölçek gibi ürünler de yapılmaktadır.

Ağaç Oymacılığı ve Ahşap Süslemeciliği

Rizeli, ev, cami ve nayla gibi yapılarını yaparken sadece ihtiyacını gidermekle kalmamış, bunların güzel olmasını da istemiştir. Devrin ustaları eserlerini yaparken bu yapılarda simetri ve mükemmellik gibi estetik unsurları ihmal etmemişlerdir. Ağaç oymacılığı ve ahşap süslemeciliği genellikle ahşap ev eşyalarında, camilerde, evlerde, nayla (Serender veya seslender) gibi yapıların çeşitli bölümlerinde kullanılmıştır. Ev eşyalarında şimşir, armut, dut gibi sert yapılı ağaçlar tercih edilmiştir. Ev, nayla ve camilerde ceviz, kestane, karaağaç ve kiraz kullanılmıştır.

Sepetçilik ve Hasır Örme

Rize yöresinin engebeli arazi yapısı yüzünden taşımacılığın büyük bir bölümü sırtta, sepetle yapılmaktadır. Hatta öyle ki sepeti yerde durdurmak için bile sivri ayaklar kullanılır. Sepetin çeşitli şekilleri olmakla birlikte genelde iki ayaklıdır ve sırta alınması için iki bağı vardır. Kestaneden yapılanları daha dayanıklı olsa da büyük çoğunluğu fındıktandır.
Hasır ise mısır koçanının yaprağından veya saz bitkisinden örülerek yapılır. Eskiden beri iskemle örücülüğü mevcuttur. 1940’larda ise daha da geliştirilerek atölyeler açılmış, hasır koltuklar, çantalar vs. örülmüştür. Ancak şimdilerde birkaç kişi dışında bu meslek de terk edilmiştir. Bugün yapan kişiler söğüt çubuğu da kullanarak plaj ve piknik sepetleri örüp, turistik eşya olarak satışa sunmaktadır.

Rize Bezi Dokumacılığı

Geçmişte Rize’de en yaygın el sanatı dokumacılıktı. Kenevir ipliğinden dokunan bu bezler, iç çamaşırı yapımında kullanılırdı. Dokunan Rize bezleri birçok dış ülkede alıcı bulurdu. Ancak, Cumhuriyet döneminde kenevir üretiminin giderek yerini çay üretimine bırakması ve dokumalarda pamuk ipliğinin kullanılmasıyla dokumaların nitelikleri de değişmiş, ilde kenevir üretimine dayanan dokumacılık giderek azalmıştır. Kenevir ipliği ile dokunan bezler teri çabuk kuruttuğu, havsız olduğu için alıcısı çoktu. Pazarın geniş olması kenevir üreticiliğini de yaygınlaştırmıştı
Genel olarak Rize bezi diye bilinen bezlerde (feretiko, keten, şut bezi) daha çok kenevir ipliği, kimilerinde de pamuk ipliği kullanılıyordu. İl dışından sağlanan pamuk ipliği ile peştamal ve peçete, hayvancılıkla geçinen dağ köylerinden sağlanan yün ipliği ile şal denilen kaba kumaşlar dokunuyordu.
Son yıllarda dokumacılık sektörü diğer illerden getirilen hammaddeyi Rize’de bulunan birkaç atölyede işleyerek, günümüz modasına uyarak varlığını devam ettirmeye çalışmaktadır.

Çorap Örme

Çorap, özellikle de Hemşin çorabı aranan el sanatlarımızdandır. Çeşit, model ve desen açısından zengin bir el sanatı ürünüdür. Ama temelde iki ve tek telli diye ayrılır. Tek telli olanlar, yani renksiz olanlar genelde erkek içindir ve boyları fazla uzun olmaz. Bayan çoraplarının da kısa olanı vardır, ama genelde uzundur. Eskiden doğal boyalarla boyanan yün iplerden yapılan çoraplar günümüzde daha çok orlon iplerle aynı geleneksel desenlerde örülmektedir.

 

Çay Bitkisi

Latince adı, Camelia Sinensis olan çayın anavatanının Yukarı Brimanya olduğu kabul edilir. Buradan da kuzey doğuya ve güney batıya yabanıl olarak yayıldığı düşünülmektedir. Günümüze gelinceye kadar çayın başlıca çeşitleri olan Assam ve Çin çaylarından çok sayıda melez oluşturulmuştur. Bugün yaklaşık 1500 çeşit çay vardır.
Çin çay bitkisinin almaşık dizilişli derimsi yaprakları, en çok 12 cm uzunluğunda, 2 cm genişliğindedir. Mızrak biçimindeki yaprakların kenarları dişli, kimi zaman hafif kavislidir. Assam çayının yaprağı ise ovaldir ve uca doğru incelir. Çin çayına göre daha sulu olan yapraklarının uzunluğu 15-25 cm’yi, genişliği 10 cm’yi bulabilir. Çin çayı 3-4 m uzayabilirken, Assam bitkisinin boyu 8-15-30 m’yi bulabilir ve budanmadığı zaman bir orman oluşturabilir. Fakat ürünün kolaylıkla toplanabilmesi için bu bitkilerin boylarının 2 m’yi geçmesine izin verilmez. Purning denilen bu işlem sayesinde yoğun bir bitki tabakası oluşur.
Tarım alanının iklimi ve deniz seviyesinden uzaklığı, çayın kalitesini belirleyen önemli etkendir. Çin çeşidi, karakteristik yapısı nedeniyle daha çok ılımlı bölgelerde yetiştirilmeye uygundur. Assam çeşidi ise, sıcak bölgelerde de yetişir. Günümüzde Çin ve Assam bitkilerinden çok sayıda melez oluşmuştur. Böylece hem has hem de dayanıklı farklı türler elde edilir. Bunların en önemlisi çok dayanıklı bir ürün olan Assam melezidir. Bu çayın bir fidanı yılda yaklaşık 200 gr ürün verir.
Çayın aromasının yoğunluğu, her şeyden önce tarım alanının denizden yüksekliğine bağlıdır. Çay bitkisi ne kadar yüksekte yetişirse, aroması o kadar iyi olur. Deniz seviyesinden 2400 m yükseklikte yetiştirilen Seylan Çayı, üretimindeki zorluğu ve yoğun aroması nedeniyle, son derece değerlidir.
Çayın tadını ve kalitesini belirleyen başka bir özellik de, hasat sırasında en üstte bulunan iki yaprakla çay filizinin elle koparılmasıdır. İklim ve toprak gibi sürgün adı verilen çay hasatları da çayın tadının farklılaşmasında etkendir.
Çay yaprağında yaklaşık %12 oranında tabaklama maddeleri ve %4 oranında kafein vardır. Çay tadını ve uyarıcı etkisini bir alkoloid olan kafeine borçludur. Çay bitkisinin yaprak uçları ve üstteki yaprakları daha çok kafein içerir.


/35/tealeaf1  /35/cay  /35/cay2  /35/yesil_cay  /35/AY_RIZ~1  


Çayın Tarihçesi

Çay, dünyada sudan sonra, en fazla içilen ve içme alışkanlığı gittikçe artan bir bitki olarak 5000 yıllık bir geçmişe sahiptir. Yaygın bir efsaneye göre, büyük Çin İmparatoru Shen Nung’ın hizmetlilerinden biri bahçede su kaynatırken bir yaprak kaynayan suyun içine düşer. Yaydığı koku imparatoru etkiler. Kokusunu beğenen imparator, tadını da denemek ister ve çay o gün bugündür insanoğlunun vazgeçilmez dostu haline gelir. Çay konusunda ilk geniş çaplı araştırma M.S. 733-804 yılları arasında yaşayan Lu Yu'ya aittir. "Çay Kitabı" adlı eserinde, çay hakkında; üretiminden tüketimine, sistemli ve kapsamlı bilgi vermektedir. Böylece çay üretimi ve tüketimi daha da yaygınlaşma imkânı bulmuştur. Avrupa’nın bu gizemli tat ile buluşması 17. yüzyılda gerçekleşir. İngilizler, sağlık ve zindeliğin sunulduğu bu sıcak içeceği o kadar çok benimserler ki, bunu bir yaşam tarzı haline getirirler adeta. 18. yüzyılda da bugün dünyanın en büyük çay yetiştirilen bölgesi sayılan Assam ve Seylan Adası’nda çay bahçeleri oluştururlar. Üretilen bu çayları Avrupa’ya hızlı olarak taşımak için de, süratli yelkenliler yaparlar. Türkiye’nin çayla tanışması 1787 tarihinde, Japonya’dan getirilen çay tohumlarının ekilmesiyle başlar. Bursa civarında gerçekleşen ilk ekim çalışmaları iklim şartlarının olumsuzluğu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanır. Ancak 1917 yılında, zamanın Halkalı Ziraat Mektebi Alisi müdür vekili ve botanikçi olan Ali Rıza Erten yapmış olduğu teknik çalışmalar sonucunda 16.02.1924 tarihinde Rize’de çay yetiştirilmesi için meclisten onay alır ve günümüz çay üretiminin temelleri bu şekilde atılmış olur. 1947’ de kurulan ilk fabrika ile üretim hızlandı. Geç bir buluşma olmasına karşın, Türk insanı, çok sevdi çayı ve günün her saatine, her mekanına taşıdı bu sıcacık içeceği… Dünya üzerindeki tarihiyle kıyaslanınca Türkiye’nin çayla tanışmasının geç bir tarihe denk geldiği görülmektedir. Buna rağmen, Türk insanı, çayı çok sever ve günün her saatine, her mekanına taşır.
                                                      RİZE YEMEKLERİ
Tabi başta HAMSİ


Hamsi baklavası
Hamsi buğulama
Hamsi çıtlatması
Hamsi döner
Hamsi güveci
Hamsi haşlaması
Hamsi iç pilavı
Hamsi köftesi
Hamsi kuşu
Hamsi lahmacunu
Hamsi pazılı pilav
Hamsi pilavı
Hamsi salamurası
Hamsi salatası
Hamsi oturtması
Hamsi tavalisi
Hamsili çorba
Hamsili kaygana
Hamsili pide
Hamsikoli
Kağıtta hamsi
Saçta hamsi
Otlu hamsili  ekmek

Hamsi buğulama :  Hamsiler temizlenir, kılçıkları çıkarılır, yıkanıp durulanır. Bir kabın içine yeterince tuz, karabiber, ince kıyılmış maydanoz ve taze soğanları koyup karıştırılır. Durulanmış hamsileri içine katıp harmanlanır. Karışım 10-15 dakika kadar oda ısısında bekletilip yayvan bir tepsiye konur. Kalan harç üzerine yayılır. Limon ve domatesler ve biberler ince dilimler halinde kesip üstüne dizilir. Zeytinyağı gezdirip kapağı kapatılır. 15 dakika kadar hafif ateşte pişrildikten sonra sıcak olarak servis yapılır.
Hamsikoli
Hamsili ekmek. Çoğunlukla sıcak olarak salata ile yenir.
Malzemeler: Bir bağ pazı, bir bağ taze soğan veya buna denk kuru soğan, bir bağ pırasa yaprağı, bir iri domates büyüklüğünde içyağı, dört bardak mısır unu, iki kaşık tereyağı, bir avuç nane, iki kase hamsi.
Yapılışı: Önceden suya konmuş hamsiler kılçıklarından ayıklanır. Bütün sebzeler ve içyağı ince ince doğranır, elenmiş un ve kaynar su ilave edilerek karıştırilır ve ekmek hamuru şeklinde hafifçe yoğrularak mısır ekmeği gibi plekide pişirilir. Pişirmeden önce tuzu kontrol edilmelidir. Hamsi ve içyağı kendiliğinden tuzlu olduğundan tuz ayarı buna göre yapılmalıdır. Hamsili ekmeğin hamuruna su yerine kaymaklı süt ve yumurta katılırsa daha da lezzetli olur. Sıcak olarak yenirse daha lezzetlidir.
Hamsi Köfte

Malzemeler: Bir kilo tuzlu hamsi, dört dilim bayat ekmek, üç yumurta, yarım su bardağı mısır unu, karabiber, maydanoz, tuz ve yağ.

Yapılışı: Tuzlu hamsi akşamdan suya konarak tuzu alınır. Hamsiler temizlenip yıkanır kılçıkları çıkarılır. Çok az su ile hafifçe haşlanır, süzdürülür. İçine ufalanmış ekmek içi, kıyılmış maydanoz, yumurtalar, tuz, karabiber konup yoğrulur. Yumurta büyüklüğünde parçalar halinde köfte sekline getirilir. Mısır ununa bulanıp kızgın yağda kızartılır.

Hamsi Kuşu : Hamsinin kılçıkları çıkarılır. Yeşil soğan pazı maydanoz mısır unu sıcak su kara biber ile birlikte köfte şeklinde yoğrulur. Zeytinyağında kızartılır.

Hamsili Pilav: Hamsi ve iç pilavla yapılır. İç pilav pirinç yağ ve tuzla kavrulmak suretiyle hazırlanır. Pilava soğan fıstık kuş üzümü şeker baharat konur. Maydanoz kullanıldığı da olur. Hamsi kılçıkları çıkarılıp ikiye ayrılır. Yarısı pilavın altına yarısı üstüne dizildikten sonra pişirilir.
Hamsi Tavalisi : Hamsi pazı ile karıştırılır tavada yağda kızartılır.
Ormanlı Hamsi : Hamsi pazı nane ve maydanozla yapılan yemek.
Çılbır : Süt tereyağı ve un kullanılır. Yağa süt konulur mısır unu dökülür vurulur; üstüne yağ dökülür.
Çırıhta : Tatlı çeşidi. Hamur yuvarlak kesilir. Yağda kızartıldıktan sonra üzerine şerbet dökülür. Soğuyunca yenir.
Çirmulis : Yağ eritilir. Mısır ekmeğinin içi yağla ezilir.

Çumur : Malzemeler: Sıcak mısır ekmeği, tereyağı ve mıncı. Yapılışı: Sıcak mısır ekmeğinin içi yayvan bir kap içersine boşaltılır. İçersine bol miktarda tereyağı ve tuzlu minci (Lor) katılarak karıştırılır. Mısır ekmeğinin sıcağında yağ, ekmeğe ve minciye sirayet eder. Soğutulmadan yenir.
Haşıl : Malzemeleri: Mısır unu, tereyağı, su, süt veya yoğurt. Yapılışı: Mısır unu suya karıştırılarak pişirilir. İyice pişen bu karışıma bol miktarda tereyağı karıştırılır, pişirme işine devam edilir. Çok katı bir kıvama gelen yemek bir miktar soğumaya bırakılır. Birazcık soğuduktan sonra üzerine süt veya yoğurt dökülerek yenir.

Haviçi : Mısır unundan yapılır. Süt kaynatılır mısır unu yavaş yavaş üzerine dökülür kaynatılır muhallebi gibi olur.

Herse: Tatlı çeşidi. Arpa bulgur dövülerek sütle pişirilir pilav haline gelir üzerine şeker şerbeti dökülür.

Hoşmer : Kaymaktan yapılır. Malzemeleri: Bir litre kaymaklı süt, bir kase köy peyniri, üç tahta kaşığı mısır unu, yeterince tuz. Yapılışı: Kaymaklı taze süt süzgeçle süzülerek bir tavaya boşaltılır. Tava ateşe konarak kaynatılmaya bırakılır. Elenmiş mısır unu, kaynayan süte yavaş yavaş ve karıştırılarak ilave edilir. Normal kıvama gelince ince doğranmış köy peyniri ve tuz konur. Peynirin hoşmer içine erimesiyle birlikte sıcak servis yapılır. Hoşmer, muhlama gibi yenir ve yerken yağ tavada göllenir.
Kabak Sütlisi

Tatlı çeşidi. Bir çeşit kabak sütlacıdır.

Malzemeler: Orta boy bir taze siyah kabak, bir buçuk kilo süt, bir su bardağı şeker, tuz.

Yapılışı: Kabak parçalara bölünüp kabukları soyulur, küçük küçük doğranıp suyla pişirilir. Mixer ile çırpılır, süt, şeker ve tuz ilave edilir, on dakika kadar pişirilir, sahanlara veya taslara boşaltılarak soğuk veya sıcak yenebilir.

Kabak Çorbası : Kabak ince doğranır yağ katılır suda pişirilir.
Kabak Felisi : Tatlı çeşidi. Kabak ince ince kesilir yan yana dizilir üstüne şerbet dökülür üzeri kapatıldıktan sonra kaynatılır.

Kaymak Muhlaması: Hemşin yöresinde bir miktar kaymak alınarak tavaya konur, ateş üzerinde kaynatılır, içerisine yavaş yavaş mısır unu ilave edilir. Daha sonra bir miktarda ince ince doğranmış köy peyniri konmak suretiyle sıcak olarak servis yapılır. Bu muhlama şekline adı geçen yöremizde “kaymak muhlaması’ denmektedir.

Koliva : Suda kaynatılmış mısır.

Korkoto: Kırılmış mısır. Malzemeler: İki su bardağı korkoto, Bir su bardağı ayran, İki çorba kaşığı tereyağı. Yapılışı. Önce korkoto suya atılır, ayran ve tuz katılır, tereyağı konup pişirilir. Günümüzde; salça tereyağında pişirilerek servis yapılırken çorbanın üzerine gezdirilmektedir.

Kotniyar: Hemşin yöresinde kaymağı alınmış süt içersine mısır unu karıştırılarak yapılan tava işine “Kotniyar” denmektedir. Kotniyara peynir konmaz.
Lahana Çorbası (Vurma Lahana)

Malzemeler: Altı bağ kara lahana, bir domates büyüldüğünde içyağı, bir kaşık tereyağı, bir bardak içyağı, bir bardak un, az miktarda acı biber.

Yapılışı: Once, temizlenmiş ve doğranmış lahana ve fasülye ayrı ayrı haşlanır ve süzülürler. Mısır unu dışında bütün malzemeler ve tuz kazana konur, kaynatılmış su ilave edilir ve pişirilir. Suyu bir başka kapa alınıp ezme işine girişilir. Lahanayı ezmek için özel bir kutali veya kepçe kullanılır ve lahana muhallebi kıvamı alıncaya kadar ezilir. Ezme işi bitince lahanadan daha önce alınmış olan su ve bir miktar mısır unu kazana yavaş yavaş ilave edilir ve 5 ila 10 dakika karıştırılarak kaynatılır. Ezme lahanaya damak zevkine göre tatlı kabağı, taze fasülye, taze mısır veya pazı ilave edilebilir.
Lahana Haşlaması

Malzemeler: Altı bağ lahana, bir domates büyüklüğünde içyağı, bir kase fasülye, iki kaşık mısır unu, iki kaşık tereyağı, bir kiloya yakın kemik, bir miktar acı biber.

Yapılışı: Lahanalar önce yıkanıp temizlenir. Daha sonra elle bükülerek doğranır, fasülye ile beraber veya ayrı ayrı haşlanır ve süzlür. Lahana kaynatılıp süzülmezse tadı acı olur. Kazana su koyarak bütün malzeme buna ilave edilir. Tuzu biberi konur, yarım saat pişirilir.
Lahana Sarması

Malzemeler: Altı veya yedi bağ kara lahana, üç baş soğan, bir kilo ince kıyılmış et, bir kase korkoto, maydonoz.

Yapılışı: Soğanlar ince ince doğranır. Yeteri kadar tuzla ovulur, ince kıyılmış et, korkoto, maydonoz, tuz, su ilave edilerek dolma içi hazırlanır, daha önce haşlanmış süzülmüş lahanayaprakları ile sarılır. Dolmaların üzerini geçmiyecek kadar su konulup kazanda pişirilir, sıcak servis yapılır. Kazanın en altına kemik konursa daha lezzetli olur. Korkoto yerine bulgur veya pirinç konabilir.
Lahana Rohtikosu: Lahana rohtikosu ayrı bir yemek olmayıp ezme lahanadan yapılan bir yiyecektir. Ezme lahanaya ufalanmış mısır ekmeği ve tereyağı katarak kaynatilır. Eğer kavurma konursa daha lezzetli olur.

Mısır Ekmeği-Çoroç

İç malzemesini hazırlamak için soğanları incecik yemeklik doğrayın.  Pazı, pırasa ve yeşil soğanı ayıklayıp incecik doğrayın ve ayrı ayrı kaplara koyun.Sıvıyağı geniş bir tavaya koyup orta ısılı ateşte kızdırın. Kuru soğan ve pırasayı tavaya koyup karıştırarak 5 dakika kavurun.  Pazı ve yeşil soğanı ekleyip en az 5 dakika daha, suyunu çekinceye kadar pişirin. Tuz ve pul biberi ilave edip ocaktan alın ve soğumaya bırakın. Hamuru hazırlamak için su ve tereyağını büyükçe bir tencereye koyun. Tuzu serpiştirip orta ısılı ateşte kaynatın. Kaynar kaynamaz altını kısıp mısır ununu azar azar ekleyin ve sürekli karıştırarak 2-3 dakika pişirin. Koyu muhallebi kıvamındaki hamuru ocaktan alın. 30-35 santim büyüklüğündeki tepsiyi (borcam da kullanabilirsiniz) yağlayın. Hamurun yarısını yağlanmış tepsiye yayın. Hazırladığınız iç harcını üzerine kaşıkla yayın. Kalan hamuru harcın her tarafını kapatacak şekilde üzerine yerleştirin. 5 dakika önceden ısıtıp 180 dereceye ve alt-üst konuma ayarladığınız fırında en az 60 dakika pişirin. Çıkarıp dilimleyerek servise sunun.

Malzeme listesi :   1 kg mısır unu,  1 litre su,  250 gr tereyağı (400 gr hazır süt kreması da kullanabilirsiniz.),  2 çay kaşığı tuz,
İç malzemesi için;  5 yemek kaşığı sıvıyağ,  2 adet orta boy kuru soğan,  1 demet pazı,  5 adet pırasa,  4 adet yeşil taze soğan, 1 tatlı kaşığı tuz,pul biber

Minci: Bir çeşit peynir. Sade veya yağla karıştırılmak suretiyle ekmekle birlikte yenir.  (Kaynak: Sahrap Soysal, Hürriyet)
Laz Böreği
Malzemesi: Beş yumurta, yedi su bardağı süt, bir çay bardağı kadar pirinç unu ve nişastası, bir buçuk su bardağı şeker, alabildiği kadar buğday unu, tuz, yufkanın aralarına sürmek için tereyağı.
Yapılışı: Böreğin malzemeleri karıştırılarak bir hamur elde edilir. Hamur yirmi parçaya ayrılır. Yirmi tane yufka açılır. Yufkalar on-on şeklinde ikiye ayrılır. Böreğin kalbi olan muhallebisi, yufkaların aralarına konulacaktır. Muhallebi ise şöyle hazırlanır: süt ve şeker bir kapta kaynatılır. İçine az tuz konulur. Başka bir kapta bir bardak soğuk süt içine dört yumurta sarısı ve buğday unu katılarak iyice çırpılır. Piştikten sonra içine biraz karabiber serpilir. On hamur açıldıktan sonra aralarına bol bol tereyağı sürülür. Üst üste konulur ve üzerine soğumuş muhallebi dökülür. Sonra on hamur daha açılır, aralarına tekrar tereyağı sürülerek muhallebinin üzerine dizilir. Arzu edilen şekilde kesilerek tereyağı sürülür üzerine ve fırına verilir.
Böreğin tatlı olmasını sağlayan en önemli nedeni şerbetidir. Şerbet ise şu şekilde yapılır: Bir buçuk bardak şeker, bir bardak su ile hazırlanan şerbet, tepsi sıcak olunca şerbet ılık olmak şartıyla böreğin üzerine dökülür. Fındık veya cevizle süslendikten sonra ılık olarak servis yapılır. (Alıntı: Kültür Bellek)
Muhlama

Malzemeler: Üç tahta kaşığı mısır unu, üç kaşık tereyağı, bir kase tel veren peynir, ılık su ve tuz.

Yapılışı:Bakır bir tavada tereyağı eritilir. Mısır unu konulup Pembeleş inceye kadar kavrulur. Tavaya ilik su ve peynir ilave edilir. Peynirin tuzuna göre tuzu ayarlanır. Hafif ateşte karıştırılarak yağını üzerine verinceye kadar pişirilir.
Muhlama tel veren peynirle yapılabileceği gibi her türlü peynirle veya minci ile de yapılabilir.
Peynir ve minci sade olarak da yağda pişirilebilir. (Buna pişirmek yerine ısıtmak demek daha doğru olur). Yağda sade olarak pişirilen peynire peynir muhlaması, yağda sade olarak pişirilen minciye de minci mıhlaması denir.
Pepeçura

Tatlı çeşidi. Üzüm suyundan yapılan pelte kıvamında yapılır.

Malzemeler: Uç kilo siyah kokulu üzüm, bir su bardağı mısır unu, tuz. Az bir miktar buğday unu katılması iyi olur.

Yapılışı: Üzümler ezilir, şırası alınır. Gerekirse üzümlerin posası az bir suda pişirilerek posada kalan öz de alınmış olur. Bir kazana koyduğumuz ve kaynar hale getirdiğimiz üzüm suyuna un, yavaş yavaş yedirilir, gerekirse şeker ilave edilir. Muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Sahanlara taslara konup soğuk olarak ikram edilir.
Paluze : Tatlı çeşidi. Nişastadan yapılır. Sütlaç kıvamındadır.
Papara :Mısır unundan yapılır. Su kaynatılır içersine yavaş yavaş mısır unu dökülür karıştırılır kaı hale gelir. Pişince ortasına tereyağı konur.
Pasmanika : Patlatılmış mısır.
Pekmezli Kabak : Tatlı çeşidi. Beyaz kabak dilimleri son kaynamada pekmezin içine atılmak suretiyle yapılır.
Tavali
Turşu Tavalısı, Turşu Kavurma
Malzemeler :Bir kilo fasulye turşusu, üç baş soğan veya buna denk Pırasa yaprağı, beş diş sarımsak, iki kaşık tereyağı veya buna denk zeytinyağı.

Yapılışı : Fasulye turşusu bir gün önceden suya konur, tuzu çıkartılır. Hiç su kalmayacak şekilde elle sıkılır. Soğanlar, ay şeklinde bir tavaya doğranırlar ve zeytinyağı ile Pembeleşinceye kadar kavrulurlar. Daha sonra hazırlanan turşu, tavaya ilave edilir, ezilmiş sarımsak ve az bir miktar biber konarak 10-15 dakika kavrulur. Sıcak veya soğuk olarak yenebilir. Eskiden ilk yemek olarak ve mısır ekmeği ile birlikte yeniyordu. Bir lokma ekmek tavaya uzanıyor ve parmaklar yardımıyla bir tutam turşu alınıp ağza getiriliyordu. Günümüzde ise turşu kavurma, salata gibi sofraya konulmakta ve iştah açıcı olarak alınmaktadır.